26 Haziran 2013 Çarşamba

TUVALET HAKKINDA BİLMEDİĞİNİZ 10 ŞEY

Tuvaletin ne olduğunu hemen hemen hepimiz biliriz.Peki tuvalet hakkında bilmediklerimiz neler ? Tuvalet başka nerelerde kullanılır ? Tuvalet ile neler yapılır ? bütün bu soruların cevabı alttaki linkte tuvalet hakkında bilmediğimiz 10 tane madde hepsi alttaki linkte tuvalet ile neler yapılı girin öğrenin...http://onedio.com/haber/banyo-hakkinda-bilmediginiz-10-sey-103620?media=5176c2c7cb2a3cad26000011#m5176c2c7cb2a3cad26000011


KIŞ SAVAŞI nedir?

-28 Kasım 1939'da Stalinin emriyle Sovyet orduları Finlandiya topraklarına girdi ve sınır şehri Terijoki (günümüzde Zelenogorsk) şehrinde Finlandiyalı komünist Otto V. Kuusinen liderliğinde "Fin Demokratik Cumhuriyeti"ni ilan etti.
-Çeşitli Sovyet saldırıları kısa sürede püskürtüldü. Fin birlikleri Sovyet ikmal hatlarını keserek düşmanın lojistik sistemine büyük darbe vurdu.
-Fin ordusunun önemli bir kısmını teşkil eden "kayakçı birlikler" vurkaç saldırılarıyla özellikle ağaçlık bölgelerde Sovyet birliklerini çaresiz bıraktı.


  (Carl Gustaf Mannerheim, Finli komutan)

-1940 Şubatında Fin Ordusunun artık "Mannerheim Hattı"nı, devamlı destek alan Sovyet kuvvetleri karşısında savunma olanağı kalmadı.
-15 Şubatta Summa(günümüzde Soldatskoye) Sovyet birliklerinin eline geçti.
-6 Mart 1940'da Fin hükümeti barış görüşmelerine oturmaya razı oldu.
-Fin kayıpları 25bin ölü/yaralı, Sovyet kayıpları 49bin ölü 158bin yaralı.

-Finlerin toprakları geri alma arzusu, onları 2.dünya savaşında Almanya yanında yer almaya zorladı. Bu sebeple barış sadece 1 sene sürebildi.

Yavşak panda :))

:)


25 Haziran 2013 Salı

İstanbul Haritasındaki Müthiş Sır ??

İstanbul haritasındaki bu ilginç sır İstanbul'un çok ülkenin istemesinin nedeni açık...Bu ilginç sırlar rastlantı mı yoksa önceden Allah'ın bize verdiği bir nimetin sırrı mı? Çok ilginç olduğu haritadan resimler çıkması değil bunun bizim padişah resmimizin çıkması ilginç..Bu bize ALLAH 'ın bir nimeti.Çok şükür Allah'a...

http://www.youtube.com/watch?v=ZQRqAMQM7g0

Fare hakkında bilmedikleriniz ?



Bir fare susuzluğa deveden daha uzun süre dayanabilir.Bu da farelerin küçük olması dayanıksız olması demek değildir.Fare de deve kadar dayanıklıdır.

                                                                                                                             

Göz için en faydalı yiyecekler ?





Havuç yiyen bir adamın gözleri sağlam olur.Havuç sebzeler arasından en çok göze faydalı olan sebzedir.Göz sağlına önem veren bir kişi havuç ve balığı bol bol yemelidir.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Kangurular Hakkında Bilmedikleriniz ?

Kangurular ileri doğru gidebilir ama geri geri yürüyemez.

Karınca Ne kadar yük taşır ?

Bir karınca kendi ağırlığının yaklaşık 50 katını taşıyabilir.Bu da çalışkan bir hayvan olduğununda göstergesi olabilir.

Sümüklü Böceğin Kaç Tane Burnu Vardır ?

Bir sümüklü böceğin resimde de belirtildiği gibi 4 tane burnu vardır.

En iyi demir kaynağı nedir ?

Sebze ve meyve gibi yiyecekler arasından en iyi demir kaynağı olan sebze ıspanaktır.Temel Reis çizgi filminde de olduğu gibi...

Bir Litre Süt İçin ineğin memesi kaç kere sıkılır

Bir litre süt için ineğin memesini 92 kez sıkılması gerekir.

Türk Kahvesi Nerede Yetişir ?

 Türk Kahvesi Türkiye de yetişir.Türkiye'ye has özelliği vardır.

Adamı bayılttı

yuh


Oktay Sinanoğlu, Yabancı Dilde Eğitim ve Türkçe Olimpiyatları

Yabancı dilde eğitim meselesi bir süredir ülkemizde çeşitli vesilelerle konuşuluyor. Tartışma esas itibariyle, bu tarz eğitimin yaygınlaştırılması veya yasaklanmasından ziyade anadildeki yeteneklere yaptığı tahribat üzerinde cereyan ediyor. Bu konunun gündeme gelmesinin öncülerinden biri de kuşkusuz Oktay Sinanoğlu.




Çok erken bir yaşında aldığı profesörlük ünvanı ile ülkemizin gururu olan Sinanoğlu, uzmanlık alanlarının yanısıra Türkiyenin eğitim ve kültür politikalarına yaptığı sert eleştirilerle büyük yankı uyandırdı. Bye Bye Türkçe, Büyük Uyanış, Ne Yapmalı gibi kitaplarla adından sık söz ettiren "Türkiyenin Aynştaynı" yabancı dilde eğitim konusunda tavizsiz bir tutum sergiliyor.

Ülkemizde bir çok üniversite İngilizce eğitim veriyor. Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent, Sabancı gibi önde gelen üniversitelerimiz yüzde yüze yaklaşan İngilizce ders oranıyla hem öğrencilerin hem de eğitim uzmanlarının eleştirilerine maruz kalıyor.

Bizim açımızdan, öğrenciye yeterli ve uluslararası düzeyde bir İngilizce verebilmek için " tüm derslerin İngilizce" olması gibi bir zorunluluk yoktur. İlköğretim ve lise düzeyinde verilen yabancı dil eğitimi oldukça kalitesiz iken Anadolu'dan gelen bir öğrenci bir yıl gibi kısa bir süre zarfında nasıl " yabancı dilde eğitim " sürecine uyum sağlayabilir? Sinanoğlu, bu konuda kendi çözüm önerilerini sıralamadan geçmiyor. Yeterli ölçüde verilen bir Türkçe, hem genel eğitim-öğretim seviyesinin yükselmesi hem de Türkçemizin bir "dünya dili" olması için yeterlidir.

Umarız Oktay Sinanoğlu'nun rüyası gerçekleşme yolundadır ve Türkçeyi bir dünya dili olarak görmek bize de nasip olur.. Bakalım ne olacak..

Motorsiklet sürme sanatı

:))


23 Haziran 2013 Pazar

KAYAKÖY Sahipsiz mi?



Kayaköy deyince aklınıza ne geliyor? Muhtemelen bu ismi ilk kez duyuyorsunuz. Ülke Taksim Gezi Parkı'nda yaşanan olaylara dikkat kesilmişken kıyıda köşede kalan bir çok konudan biri "Kayaköyün tarihi mirası" Türkiyede çevreci hassasiyetin yükselmeye başladığı algısı, sadece algı şeklinde bile, umut veriyor olsa da, Fethiyenin bu şirin beldesini bekleyen büyük tehlike henüz kimsenin dikkatini çekmiş değil. Beldede bulunan Rum evleri, birçok yabancı turistin ilgisini çekiyor, her sene önemli sayıda ziyaretçiye ev sahipliği yapan Kayaköyde tarihi eserler bakımsızlıktan yıkılmaz üzere. Şimdiye kadar konuya dikkat çeken tek gazete Zaman. Hassasiyetin yaygınlaşmasını diliyoruz.

not: Facebookta konuyla ilgili Save Kayaköy isimli bir sayfa mevcut. İlgilenenler ziyaret edebilir.

Türk Medyası ve Kültür Programları

Yıllardan beri söylenegelir, "Türk medyası kültür programlarına gereken önemi vermiyor." Böylesine kolayca hüküm vermek yerine mevcut programların kalitesi ve izlenebilirliği üzerinde durmakta yarar var. Genel olarak baktığımızda Türkiyede kültür kanallarının sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek seviyede.

Tabi kültür kanalı dediğimizde ilk akla gelen TRT2 idi bir zamanlar. Daha sonra TRT Habere dönüştürüldü bu kanal. Şimdilerde TRT Haber başarılı bir grafik sergiliyor fakat kurum, TRT2nin açtığı boşluğu kapatabildi mi, üzerine düşünmek gerekir. TRT OKUL, TRT MÜZİK gibi tematik kanalların hem ratingi düşük hem de süreklilik konusunda umut verici değil. Oysa TRT2'nin sadık bir izleyici kitlesi vardı. İlber Ortaylı ve Selim İleri'nin programları ilk akla gelenler. Buna Hilmi Yavuzun da içinde bulunduğu muhteşem şiir programını da eklemek gerekir.


GACI Kelimesinin Kökeni

Türkiye Türkçesinde "kadın,dost,metres,sevgili" anlamlarıyla kullanılan "gacı" kelimesinin çeşitli şive ve ağızlarda "ağabey,hanım,küçük kardeşi" gibi anlamlarına da rastlanır. Çeşitli şive ve ağızlarda geçen "kada, kadı,kadi" gibi kullanımlar "yenge,ağabey,küçük kardeş" gibi anlamlarıyla kıyaslanınca "gacı" kelimesinin eski Türkçedeki "ka"  köküyle bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor. Bu durumda "gacı" "ka+açı(abla)" şeklinde ortaya çıktığı savunulabilir.


ÜLTİMATOM nedir?

Devletlerarası yazılı haberleşmeye dayalı ilişkilerden en şiddetlisi olarak tanımlanır. Olası anlaşmazlık halinde taraflardan biri, belli bir gün ve saat belirtir, bu zamana kadar gerekli ve tatmin edici açıklamayı karşı taraftan talep eder, aksi takdirde öngördüğü tedbirleri alacağını belirtir.

Ültimatom, aynı zamanda içinde savaş tehdidi de taşır. Eğer reddedilirse sıcak çatışma beklenebilir. Diplomasi tarihinde sayısız ültimatom şeklinde değerlendirilebilecek gelişme yaşanmış ve bir kısmı savaşla neticelenmiştir.

Empati ve Sempati

Empati bilişsel veya duygusal-bilişsel bir sü­reçtir. Bireyin kendini bir başkasının yerine koyabilme ve onun perspektifiyle olaylara yaklaşabilme çabasıdır diyebiliriz.

Empati ile sempatinin birbirine ne kadar ben­zediği ihtilaflı bir meseledir. Bundan da öte­de, diğer kişinin neler hissettiği ortamdan, doğrudan doğruya gözlemden veya bilgi al­mak yoluyla öğrenilebilir. Bu kavram diğer ki­şinin duygusal durumunun "empati yapan" ki­şide yeni bir duygu açığa çıkmasına sebep olma durumunu kapsamaz.

Duygusal bilişsel empati,"kendini başkasının yerine koyma"nın doğal neticesidir. Eğer sözkonusu yardım diğer kişide negatif hisleri ortadan kaldıracak ise o kişiye yapılacak yardımla alakalıdır. Ancak son çalışmalara göre, eğer empati yapacak kişinin tek motivasyonu "negatif hislerden kurtarmak" ise, bunu diğerine yardım ederek yapmak yanında mevcut ortamdan kaçarak da sağlayabilir. Hatta ikincisi daha etkili olur.

Sempati bir insanın bir başkasının iyiliğini iste­me, onun iyiliği ile ilgilenme durumu olarak görülebilir. Empati sempatinin karşılığı mıdır, bunu tam olarak söyleyemeyiz, zira bir insan diğer bir İnsana sempati duyabilir ve bu diğer kişi herhangi bir benzeri duygu taşımıyor ola­bilir.






Koku Yorgunluğu

Aynı ortamda uzun süre kaldığımızda bazı seslerin ayırdına varamamaya başlarız. Hislerimiz algıda seçici olduğundan kulağımız yalnızca belli bir aralıktaki sesleri duymak için programlanmıştır. Aynı şekilde burnumuz da belli durumlarda seçici davranır. Annemiz yemek hazır diye seslenince büyük heyecanla mutfağa gireriz, bizi kendimizden  geçiren o enfes yemek kokusu sadece birkaç dakika sonra artık hissedilmez olur. Aynı şekilde kötü bir koku da zamanla bizim için "kaybolur". Bilim adamları bunu "koku yorgunluğu" olarak adlandırıyor. Ne büyük nimet olduğunu düşünmekse bize kalıyor!

At tepmesi başka olur :))

:))


GAKGOŞ Kelimesinin Kökeni

Gakgoş kelimesi aslında Elazığda ortaya çıkan ve sadece burada kullanılan bir kalıp değildir. Çeşitli şekillerde olmak üzere Anadolunun ve aynı zamanda Türklerin yaşadığı bölgelerin birçoğunda kullanılmaktadır (ka,kang,kangdaş,keke,gako). Türkiye Türkçesinde birçok ağızda,özellikle Güneydoğu, isimler kısaltılarak son hecesine -o eklenir (memo,selo,musto,eşo,alo,haso).

Gakgoş kelimesini incelerken Türkmen Türkçesindeki kaka (baba) ve Azerbaycan Türkçesindeki gağa (ağabey) kullanımlarını hatırlayalım.

Deyim ve Atasözlerinde Ay ???

- Ay aydın hesap belli...

- Ay bedir olunca el ile gösterilmez.

- Ay bacayı aştı.

- Ay doğar gediğinden insan utanır dediğinden.

- Ay doğuşundan insan yürüyüşünden bell olur.

- Ay görmüş yıldıza minnet yok.

- Ay ışığında zeytin silkelenmez.

- Aya tabanca sıkar.

- Ay yıldız göğe yaraşır.

- Ay gör oruç tut ay gör bayram eyle.

- Ay yeni yar yeni.

- Ayda gelen doğan olur yılda gelen soğan.

Türk Atasözlerinde KADIN

1. Evlilik

-baba vergisi görümlük, koca vergisi doyumluk
-onbeşinde kız ya erde ya yerde
-sabah karnını doyuran, küçükken evlenen aldanmamış
-gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz
-kendinden aşağı kız al, kendinden yükseğe kız verme
-kadının biri ala, ikisi bela

2.Geleneksel Roller

-ocağın yakışığı odun, evin yakışığı kadın
-avrat düzdüğü evi tanrı yıkmaz, avrat yıktığı evi tanrı düzmez
-erkek iş başında kadın aş başında bellolur
-erkeğin iyisi eşiğinden kadının iyisi döşeğinden bellolur
-her kadının pişirdiği yenmez diktiği giyilmez
-kesmez bıçak ele, iş bilmez avrat dile

3.Karı-Koca İlişkileri


-arı gibi eri olanın dağ gibi yeri olur
-avradı eri saklar peyniri deri
-horoz kadar eri olanın harman kadar yeri olur
-oğlan doğuran övünsün kız doğuran yerinsin
-kız ele oğlan eve
-oğlanın anası raf elması kız anası ahır danası
-oğlan direktir kız emektir



Gençlik ne istiyor?!

Zamanın ruhunu yakalayamanlar tarihin her döneminde başarısızlığa mahkum olmuş ve zamanla unutulup gitmiştir. Nesiller değiştikçe, paradigmalar ve hayat tarzları değişiyor. Bu aynı zamanda dünya görüşlerindeki bir parçalanmaya ve yeniliğe işaret. Bunun doğru saptanması sosyal bilimler için ve ondan faydalananlar için elbette ki hayati öneme sahip.

Tarihte birçok jenerasyon içinde bulunduğu coğrafya ve sistemlerin genel yapısı üzerinden tanımlandı, özellikleri saptandı. Günümüz için konuşacak olursak, teknolojinin baş döndürücü şekilde gelişmesi ve hayatımızın her alanında kendini hissettiren değişim rüzgarları, hiç şüphesiz ki, öne çıkan bir özellik.

İster y nesli, ister indigo çocuklar deyin, yeni yetişen nesil birçok açıdan seleflerinden farklı bir görünüm arz ediyor. Zamanın ruhunu kavramak geleceğe yön verecek genç insanların ne istediği üzerine kafa yormaktan geçiyor.



İlk tebarüz eden özellik gelişmiş sosyal ağ (social network) imkanıdır. Sadece 20 yıl öncesine nazaran bile gençler, muhataplarıyla çok çabuk iletişime geçebilecek imkanlara sahip. Teknolojinin tüm nimetleri oldukça derin bir şekilde çeşitli sosyal sınıflar arasında yayılabiliyor. Brezilyadaki bir sosyal hareket Endonezyada, Filipinlerde, Avustralya'da yankı bulurken Suriyede sokağa çıkan gençler dünyanın geri kalanından eşzamanlı destek bulabiliyor. Bu bir çok açıdan yeni bir paradigmanın oluştuğuna işarettir: teknolojinin hızı dünyanın hızını neredeyse geçecek!

İkinci önemli özellik kuşkusuz ben-merkezcilik(ego-centrisme) Gençler, karar alma süreçlerinde aile,arkadaşlar veya toplumdan önce kendilerinin istek ve hedeflerine göre planlar yapıyor ve aynı şekilde bu doğrultuda hareket etmeyi yeğliyor. Hal böyle olunca toplumsal hareketlerin etki alanını kaybettiği ilk olarak akla gelse de, tam tersine, sosyal hareketlerin kapasitesi ben-merkezci/bireyci gruplar arasında daha geniş. Yalnızca birkaç kanaldan beslenen insanların ideolojileri, düşünce dünyaları, tandansları tamamen aynı olmasa bile aynı çerçevenin içindedir. Artık kimse demokrasi dışı bir yönetim biçimi hayal etmiyor. Aynı şekilde hiçbir gence içinde özgürlüğün kısıtlanmasını barındıran bir sosyal/siyasal proje kabul ettiremezsiniz. Bu durumda gençler, özgürlüğün kısıtlandığı algısının mevcut olduğu çoğu konuda kolayca örgütlenip beraber hareket edebiliyor.

Yeni nesili anlamak, diğer tüm yeni nesilleri anlamaktan daha kolay olacak. Göründüğünün aksine gençlerin talepleri aslında hiç de karmaşık değil. Bakalım ne olacak..

AFOROZ nedir?

Judeo-Hıristiyan geleneğinde büyük suçları iş­leyen kimselere uygulanan sürekli veya geçici toplum dışına çıkarılma cezası.

Yahudilerde bu ceza, Tevrat'ta belirtilen "bü­yük günahlar"ı İşleyenlere karşı uygulanır. Aforoza uğrayan kimse toplumuyla herhangi bir ilişki kuramadığından topluluğu bıra­kıp gitmekten başka yolu yoktur. Bu şekilde toplum kendini kimi günahların etkisinden bütünüyle "korumuş" olur. 



Hıristiyanlıkta, 1917'de uygulanmaya başlanacak olan Kilise Hukuku Yasası'nda öngörülen listeye göre işlem yapılmıştır. Aforozu gerektiren günahlar: Dini inan­cın büsbütün yitirilmesi ya da kilise doktrini­ne aykırı inanç taşımak, Papaya karşıt görüşler savunmak, bir papazın kısmen suç ortağı olduğu bir günahı günah çıkarma yoluyla (exorcise) affetmesi, günah çıkarma sırasındaki gizliliğin ihlali, ve kür­taj(abortion). 

Aforoz edilen kişinin itirafta bulunup, kefa­rete razı olması halinde tamamıyla bağışlanması imkan dahilindedir. Herhangi bir papaz tarafından çıkartılabilecek günahların yanında, an­cak piskoposların veya pa­panın "bağışlaması"yla kalkabilecek aforoz tür­leri de vardır.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Babalar Günü Tarihçesi



Bir Amerika İç Savaşı gazisinin kızı olan S. Smart Dodd, Annelerin Günü olduğu gibi babaların da bir günü olması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü Dodd, annesiz büyümüştü. Babası, kendilerini terkeden annelerinin yokluğunda altı çocuğu tek başına büyüttü. Dodd, Babasının doğum günü olan 5 Haziran'ı Babalar Günü ilan etmek için çalışmalara başladı fakat bu çalışmalar o tarihe yetişemeyerek kutlamalar haziran ayının üçüncü pazar gününe ertelendi.

Babalar Günü ilk kez 1910'da Spokane'de kutlandı. 1924te ABD Başkanı Babalar Günü fikrini desteklese de resmiyet atfetmemiştir. 1966 yılına gelindiğinde başkan L. Johnson her haziranın üçüncü pazarının Babalar Günü olarak kutlanmasını açıklayan bir bildiri yayımlamıştır. 


Yaratıcı ve Orijinal Hediye Önerileri!

 
1. Deniz kabuklarının içine küçük kağıtlara yazdığınız şiirleri koyun ve tekrar kapatın. Seramik yapıştırıcısı kullanabilirsiniz. Şık bir kutuda yüzlerce deniz kabuğunu hediye ettiğinizde sevgilinize her gün birini açmasını söyleyin!





2. Bir matbaaya tüm sayfaları boş 100 sayfalık bir kitap siparişi verin. Kapak tasarımınının sade ve özenli olmasına dikkat edin. Kitabın ismi: Senin Dışında Düşündüğüm Her Şey



Üstün Dökmen ve Doğan Cüceloğlu

Kişisel gelişim sektörü son yıllarda Türkiyede büyük ölçüde büyüdü. İnsanlar artık psikoloğa, psikiyatra gitmek yanında çeşitli kitaplarla bilgi sahibi oluyor ve en önemlisi hayatına yön veriyor. Türkiyede psikoloji ve psikolojik danışmanlık denildiğinde akla gelen iki isim var ki, isimlerini "kişisel gelişim" kisvesine sıkıştırmak hiç de mümkün değil. Üstün Dökmen ve Doğan Cüceloğlu'ndan bahsediyorum.
    Aralarında hoca-talebe ve abi-kardeş ilişkisi bulunan bu iki isim, Türk insanının zihninde ve kalbinde önemli yerler işgal ediyor. Cüceloğlu ismini ilk kez ilkokuldayken, okul müdürümüz vasıtasıyla duymuştum. Bir şeyler anlatırken zaman zaman ona referans veriyor oldukça etkileyici örneklerden bahis açıyordu. Daha sonra annem de Doğan Cüceloğlunun konuşma vcdlerini edindi ve neredeyse tamamını izledi. Bu sohbetlerden ailece istifade etmiştik. Tabi o zaman küçüktüm, daha sonra lisede Doğan Cüceloğlunun bir kitabına rastladım. Eski kitap tutkum bu kez de olumlu bir sonuç vermiş, ve yeni bir yazarla tanışmıştım. Daha doğrusu "yazarın düşünce dünyasıyla" diyelim. Yazar, muadillerinden çok farklı bir dil ve üslup kullanmakla kalmıyor, verdiği örneklerle direkt hayata, hayatın gerçeklerine temas ediyordu.
    Üniversitenin ilk yıllarında evimizde -o zamana dek kenarda köşede kalmış- bir kitaba rastladım: Küçük Şeyler 2 Tulumbacı Sendromu. Üzerimde önemli etkileri oldu, birçok konuda düşüncelerim ve hayata bakış açım değişti diyebilirim. Üstelik bu birtakım NLP teknikleri gibi "zorlama" da olmadı, gerçekten üzerine düşünerek ve kendim karar vererek uyguladım. Sözümona "kişisel gelişim" kitapları fazlasıyla tepeden inmeci bir tarza sahip. Bunun aksine hem Cüceloğlu hem Dökmen direkt hayatımıza dokunuyor.


    Üstün Dökmen demişken "Küçük Şeyler" tv programından bahsetmemek olmaz. Şimdiye kadar televizyonda rastladığım en güzel ve faydalı programlardan biriydi. Çok uzun süre devam etmese de program kayıtları birçok kişi arasında dolaştı. İnsanlar birbirine tavsiye etti ve Üstün Dökmen ismi artık insanlarımız arasında küçük bir tebessümle hatırlanan bir imaja dönüştü.
     Bakalım bu iki güzel insan bundan sonra bize ne katacak..

Dijital Ölümsüzlük nedir?

     Rus zengin D.Itskov'un gerçekleştirmek için 100 kişilik bir bilim adamı ekibi oluşturduğu "dijital ölümsüzlük" projesine Google da destek verdi. Sözkonusu projenin 50 yıl içinde gerçekleşebileceği öngörülüyor. İsmi fazla iddialı olsa da, "dijital ölümsüzlük" bu haliyle fazlaca imkansız görünmüyor.
   
   
     Google direktörlerinden Ray Kurzweil, "2045'te teknolojinin insanın beyin gücünü aşarak süper zeka seviyesine ulaşacağını" belirtti. Bu aynı zamanda "tekillik" olarak tanımlanıyor. Proje ile ilgili birçok nokta henüz muallakta olmasına rağmen araştırmacılar bu konuda ümitli. Kurzweil şöyle devam ediyor: "İnsan beyninin simülasyonunu oluşturabilmek için yeterli seviyeye ulaşabilir ve zeka kapasitemizi milyarlarca kat artırabiliriz.
   
    Tüm bu süreçler aynı zamanda biyolojik vücuttan dijital ortama geçiş olarak tanımlanıyor. Projenin en ilginç noktasına gelirsek: "Finansör D.Itskov, proje gerçekleştiğinde dünyanın en zengin insanlarına ölümsüzlük satacak."

21 Haziran 2013 Cuma

Kadınları Mutlu Etmenin Yolları

Boğaziçi Adayına Tavsiyeler!!!

   Anadolunun hangi şehrine giderseniz gidin, yaşlı amcalardan ev hanımı teyzelere kadar, "Boğaziçi" dediğinizde "ooo" ünlemiyle karşılaşırsınız. Bu üniversitenin prestiji nasıl da böyle yaygınlık kazandı ve adını duymadığını düşündüğünüz kimseler tarafından bile takdirle karşılanıyor, araştırmaya açık bir konudur.
   Boğaziçi, eşsiz manzarası ve ferah havasıyla her şeyden önce İstanbul'un alışılageldik havasından uzak bir görünüm arz ediyor. Görülmeye değer Boğaz manzarası ile belki de dünyanın en güzel manzaralı üniversitelerinden sayılabilir. Bununla beraber gerek eğitim sistemi, gerek sosyal hayatıyla adayların zihninde hem soru işaretleri hem de hayranlık hissi bırakıyor.



1. İngilizce Hazırlık Meselesi ve Kilyos
 
 "Boğaziçi iki kez kazanılır, ÖSSde ve PROFda". Bu sözü ilk duyduğumuzda hem çok şaşırmış hem de gerçekliğine imkan vermemiştik. Mevcut eğitim sistemi, üniversitelere giriş sınavını "son düzlük" olarak görmemiz için pek müsait. "Hele bi üniversiteye kapak at gerisi kolay" cümlesini duymak her Türk gencinin makus talihidir. "Eee, kazandım işte, daha niye bir daha kazanmam gerekiyor?" cümlesi ise boşluğa savrulmuş  kimsesiz bir feryattır.
   Yabancı dilde eğitim veren (gerçek anlamıyla) bir liseden gelmediyseniz önünüzde koca bir sene hazırlık sınıfı vardı. Burayı üniversite ortamı gibi zannedip hayal kırıklığına uğramak hepinizin kaderi arkadaşlar, bizim de öyleydi, ama insan alışıyor. "Lise 5 tanımlaması" yerindedir, doğrudur.
   Eğer İstanbul dışından geliyorsanız ve İstanbulda kalacak yeriniz yoksa Kilyos Sarıtepe Kampüsünde bir sene geçirecek ve sadece ingilizce dersleri alacaksınız. Burada iki yurt bulunmaktadır. Birincisinin konforu iyi, sosyal ortamı kısıtlı, ikincisi ise tam tersi. Karakterinize göre seçiminizi yapın diyemeyeceğin çünkü tercih yapma hakkınız yok, bölümünüze göre birine yerleştiriliyorsunuz.
   Kilyosta öğrenci olmak bir roman konusudur. Boğaziçinin askerliğidir. Kilyosta en az bir sene kalmamış öğrenciye "olmuş" gözüyle bakmakta zorlanıyorum. Belki abartılı bir bakış fakat bunu hissetmek için yine Kilyosun çemberinden geçmek gerekir.

2. Dersler İngilizce.. 
   Türkçe konuşma becerisinin yerlerde seyrettiği ülkemizde İngilizce konuşmakta zorlanmayanların sayısı gerçekten çok düşük. Bunun için iyi bir lisede mezun olmanız da gerekmiyor. Boğaziçi Hocalarının derslerinde konuşmak için sağlam bir özgüven ve güvenilir bir altyapı da gerek. Tabi bütün genellemeler gibi istisna noktaları yok mu var.
   Genel olarak "her şey ingilizce,anlamıyorum,kendimi ifade edemiyorum" bataklığına düşmemeye çalışınız. O bataklık evet vardır, yakındadır, belki de çoğu öğrenci saplanmıştır fakat feryad ü figan fayda etmez. Tek çare en kısa zamanda ingilizce derslere adapte olmak ve konuşma pratiği yapmak.

3.Sosyal Hayat
   "Üniversitede kızlar teklif ediyomuş lan" önermesi ne kadar palavraysa da bu palavra çemberinin doğruluk eksenine en yakın olduğu noktaya Boğaziçi denir. Sadece kız-erkek ilişkileri için değil, ama genel olarak, sosyal konulardaki yeteneklerinizi kullanmak ya da açığa çıkarmak için Boğaziçi ortamı oldukça uygundur. Tek gereken birazcık özgüven  ve elbette cesaret. Anadoludan gelmişseniz benimsediğiniz değerleri çöpe atmadan (ama deforme de etmeden) nasıl üniversite ortamının gerçekleriyle barıştırabileceğinizin çarelerini bulmaya bakın.

Elbette hiç bir şey tam olarak siyah ve beyaz değil, gri tonlar hep mevcuttur. Bunu en iyi kavrayabileceğimiz yere üniversite diyoruz.


not: gerçekten boğaziçine gelme düşüncesini kafaya koyduysanız prof. celal şengörün boğaziçi hakkındaki yazısını okumamak faydalı olabilir. feci şekilde moral bozucu olduğu salık verilir.

Madde Sonsuza Dek İkiye Bölünür mü?

     Çok erken yaşlardan beri zihnimi meşgul eden bir sorudur. Bunun nasıl aklıma geldiğini şu an tam olarak hatırlayamıyorum fakat herkesin birleştiği bir nokta var ki çocukluk, hayatın hayal kurmaya en müsait çağı. Belki gerçekleştirmek için yeterli gücümüz olmuyor bu çağda fakat güce sahip olduğumuz yaşlara ulaştığımızda da artık hayal kurmaya vakit bulamıyoruz. Başarılı insanlar, içindeki çocuğu hep canlı tutarak ve onun sorularına cevap vererek ilerliyor.

     
     Bazı sorular cevap istemez, bazı sorular bir çok şeyi öğretebilir. Bu yüzden sormakla yetiniyorum, düşünmek sizden: “Madde sonsuza dek ikiye bölünebilir mi?”


Tarihin Arka Odası Başarılı mı?

Türkiyede tarih konulu tv programları yakın zamana kadar yaygın değildi. Birkaç başarılı istisna dışında tarih, televizyon ekranlarında saatlerce tartışılmaya anlatılmaya uygun görülmeyen (elbette rating kaygısı) bir konu olarak görülüyordu. Bunda gerçeklik payı yok değil. Eğitim sistemimizin tarih öğretimi konusundaki yetersizliği bir yana, bir çok insan bu dalı gereksiz bilgiler yığını olarak görüyor. Belki de tarihi anlamsız sayılar ve kelimelerin ezberlenmesi olarak görüyoruz. 1071,1453,1789 gibi rakamlar, birçoğumuzun okul sıralarında kabusuydu. Okul bittiğinde de bunlardan kurtulduğumuza şükrettik.

Televizyon izleyicisi politika tartışmalarına büyük rağbet gösteriyor. Bunda siyasetin neredeyse herkesi ilgilendiren şümullü bir konu olması yanında milletimizin seyretmekten çokça keyif aldığı kavga gürültüye de ortam hazırlaması bir gerçek. Ekranda birbiriyle tartışan hatta yeri geldiğinde canlı yayında olduklarını unutup yumruk yumruğa kavga eden yaşlı başında adamları izlemek hep çekici geldi. Tarih ise “olmuş bitmişliği” ile, “heyecansızlığı” ile çoğu insan için uyku düzensizliğine iyi gelen bir zihin jimnastiği!



Birkaç yıldır, gazeteci Murat Bardakçı ve akademisyen Erhan Afyoncu Tarihin Arka Odası isimli programla evlerimize konuk oluyor. Bu ikisi banko olmak üzere, diğer katılımcılar sürekli değişti. Pelin Batu ve Selin Barlas denemeleri rating anlamında kısmen faydalı gözüktüyse de programın ağır toplarının iğneleyici sözleri karşısında iki genç bayan da dayanamadı. Çoğu kez sözleri kesildi, sabaha kadar kendilerine söz verilmedi (deyim olarak değil, gerçekten “sabah saatlerine kadar”) Pelin Batunun ağlamaklı tavrıyla isyanı hala hafızalarımızda!!!! Masaya çıkmışlığı, canlı yayında uyumuşluğu da vardır.


            Selin Barlas (evet, Mehmet Barlasın yakın akrabası olur kendileri) kısmen uyum sağlamış görünse de farklı sebeplerden programı bırakmak zorunda kaldı. Şimdilerde Nurhan Atasoy Hoca ikiliye eşlik ediyor. Artık yaşına hürmetten midir, yoksa seyircinin baskılarından mı bilinmez, Nurhan Hocaya farklı muamele ediliyor. Tabi ki Bardakçı çoğu kez Hocanın sözünü kesmekten geri durmuyor fakat Nurhan Atasoy her zamanki zarifliğiyle haftanın konusuna kendi açısından katkısını yapıyor.

Tarihin Arka Odası, birçok program için iyi bir örnek oldu. Diğer kanallarda da tarih temalı programlar yayınlanmaya başladı. Ahmet Kekeç ve Mustafa Armağanın katıldıkları bunlara örnek olabilir. Ancak tv izleyicisi her zaman Tarihin Arka Odasına farklı bir yer ayırdı. Rating oranlarına baktığımızda hala hatırı sayılır bir kitle tarafından takip ediliyor, interaktif özelliği sayesinde büyük kitleleri tartışma içine çekmeyi başarıyor. Tabi ki Murat Bardakçının zaman zaman ölçüyü aşan çıkışlarını da bir kenara not etmek gerekir. Ama bazı e-postalar var ki eminim bir çok seyirci aklından Bardakçıdan daha sert şekilde mukabele etmenin yollarını düşünüyordur. Bu tip mesajlara örnek vermeye gerek yok sanırım, programın müdavimleri iyi bilir.


Genel olarak baktığımızda, bazı olumsuz yönlerine rağmen Tarihin Arka Odası, televizyon kültürü açısından  bir çığır açmıştır. Çok değerli isimleri konuk alarak hem ilgili araştırmacılara hem ortalama tv seyircisine önemli bir imkan sunmuştur. Bu haliyle, mevcut kitlesini koruyacağa benziyor. Bakalım neler olacak..

Şoray UZUN Yolda?

Bir zamanlar yalnızca Kanal 7 kitlesinin değil tüm televizyon izleyicilerinin büyük beğenisine mazhar olan Şoray Uzun Yolda programı, Ülke tv’de tekrar yayınlanmaya başladı. Maalesef yeni bölümler çekilmiyor artık. Yine de bizim kuşağımız için oldukça önemli bir köşetaşıdır Şorayın programı. Birçok insan kendi memleketini izlerken “aa, bu da mı varmış” yahut “bu geleneği daha önce nasıl görmemişim” demekten kendini alamadı.


                Anadoluyu ve Anadolu insanını konu alan gezi-belgesel tarzı programların sayısı azımsanmayacak derecede çok. Tayfun Talipoğlu ile başlayan gelenek bugünlere kadar devam ediyor ve yapımcılar hiç bu tarzdan vazgeçmeyi düşünmedi. Kentleşme ve göç artık tahmin edilemez boyutlara ulaşmışken bile köyü,köy yaşamını,Anadolu insanının geleneklerini anlatan programlar büyük ilgiyle takip ediyor. Tabi bunların esas olarak orta yaş ve orta yaş üstü izleyici kitlesine hitap ettiği bir gerçek. Yine de birçok genç bu şekilde Anadolu konusunda bir meraka ve öğrenme ihtiyacına sahip oluyor. Bu anlamda, Şoray Uzun Yolda, aslında sadece gezi-belgesel türü olarak değil sosyolojik planda da bir olguya işaret ediyor: “Köyden kente göç ne kadar devam ederse etsin, şehire gelen insanlar hiçbir zaman ve hiçbir şekilde köyle olan tüm bağlarını koparmıyor.” Ailesi çok önceden şehire gelen ve şehirde doğup büyüyen çocuklar da bu programlar sayesinde köy hayatı konusunda bilgi sahibi oluyor.

               
  Efendi üslubu, yaşlılara ve hanımlara saygılı tavrı ve samimi davranışlarıyla Şoray, Anadolu programları içinde en başarılısı, en dikkat çekeni. Şimdilerde onu Seksenler dizisinde yine başarılı bir karakteri canlandırırken görüyoruz. Yine geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen 11.Türkçe Olimpiyatları Kapanış Töreninde de sunuculuk görevini üstlendi. Fakat hiçbiri izleyicide, “efendi spiker” ve yaveri Nondanın  performansını bulamadı. Bakalım Şoray Uzunun gelecekteki kariyeri ne yönde seyredecek. Dileriz ki tekrar uzun yollara düşer..

Bülent Akyürek ve Anti-Modernizm

Modernizm, kainatta var olan her “şey” gibi kendi karşıtlığını üretti. Buna kimileri anti-modernizm ismini veriyor. Bu akımın dünyada olduğu gibi Türkiyede de çeşitli temsilcileri mevcut. Bülent Akyürek belki de bunlar arasında en tanınmışı, en popüleri. Yılgın Türkler, Öğle Namazına Nasıl Kalkılır, İçinizdeki Öküze Oha Deyin gibi çarpıcı kitaplarıyla tanınan yazar, hayatının büyük kısmını ateist olarak geçirdiğini, bir rüya vesilesiyle dünya değilse bile ahiret görüşünü değiştirdiğini öne sürüyor.

              
  Akyürek şimdiye kadar birçok tv ve radyo programına konuk oldu. Hemen hepsinde de yaklaşık olarak aynı şekilde tutarlı bir görüş ortaya koymayı başardığı söylenebilir. Bu programlardan en meşhuru Turgay Gülerin sunduğu Sıradışı idi. Uzun zamandır Ülke TVde ekrana gelen Sıradışı, Prof.Mehmet Çelik, Oktay Sinanoğlu, Sadık Yalsızuçanlar gibi isimlerden sonra Bülent Akyürek ve onun düşüncelerini evimize konuk etti. Açıkçası bu programda Güler alışık olduğumuz başarılı sunucu grafiğinden birazcık uzaklaştı. Yine de Bülent Akyürek, kendi okuyucu kitlesine vermek istediği mesajı en iyi şekilde iletti.

              


  Anti-modernizm, kendini modernizme göre, ve tabiidir ki onun referanslarına göre tanımlamak hatasına düşmek için çok uygun bir vaziyette konumlanmış. Bir kere anti ön eki, zaten tümüyle bir reddediş ve karşı çıkışı işaret ediyor. Hal böyleyken “uçağa da mı karşısın” “ilaca da mı karşısın” “ambulansa da mı karşısın” gibi çıkışların ardından en can alıcı ve en kritik soruyla karşı karşıya geliyoruz “kitaba,dergiye,televizyona da mı karşısın? Madem karşısın, ne işin var o ekranda, niye boyumuz kadar kitap yazdın, dergilere verdiğin o uzunca mülakatlar da neyin nesi?” Evet, bir blog yazarı olarak bloglara ve internete karşı olmak kadar gülünç bir şey diyebiliriz. Fakat Akyürek’in üslubu ve fikir dünyası hemen “anti-modernist” yahut “bağnaz” gibi yaftaları kabul etmeyecek kadar derin. Bir kere bu tarz kitapları okurken, tebliğleri dinlerken bu düşüncenin kendi jargonunu kullanmak ve yine kendi paradigması içinde düşünce bağlantıları kurmak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde, “tvye karşısın ne işin var ekranda” cümlesinden öteye gidemeyiz.


               
 Her konuda olduğu gibi, suçlamadan önce karşımızdakinin ne dediğini etraflıca anlamalı, almamız gerekenleri almalı, ve olumlu olsun olumsuz olsun eleştiriyi en sona koymalıyız. Bu eleştiri yapmayalım anlamına gelmiyor. Bülent Akyürek okurlarını yazarın kitaplarını tekrar ve bu kez daha farklı bir gözle okumaya, muarızlarını da insaflıca davranmaya davet ediyorum.

Tahiti nerede?

Tahiti, Fransız Polinezyası olarak bilinen bölgedeki en büyük adadır. Güney Büyük Okyanusta Societe Adaları arasında bulunur. Son sayımlara göre nüfusu yaklaşık 170bin olarak belirlenmiştir. Başkenti Papeetedir.
Tahiti ismi yakın zamanda gerçekleşen futbol müsabakası ile ülkemizde duyuldu. Acep neresidir bu Tahiti demeye başladık. Zaten son zamanlarda dünyaya daha farklı bir gözle bakar olduk. Eskiden olsa haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz, ismini duyduğumuzda ülke mi şehir mi ne olduğunu tahmin bile edemeyeceğimiz çoğu yer hakkında ahkam kesmeye şimdiden başladık bile. Arakan, Tamil, Uganda, Ruanda, Yakutistan, Tuva, Tataristan, Kosta Rika bunlardan bazıları. Şimdi de Tahiti.. bakalım Türkiye ne zaman bu bölgeyle ilgilenmeye başlayacak. Kim bilir, vizeler bile kaldırılır zamanı geldiğinde.

not: İspanya, Konfederasyon Kupasında Tahitiyi 10-0 mağlup etti. İkinci San Marino Vakası diyebiliriz. Belki de Tahiti futbolseverlere ve futbol geyikçisine San Marinoyu unutturur.

Ragga Oktaya ne oldu?

Türkiyeye ilk geldiğinde atıldığı müzik sektöründe bir türlü istediği çıkışı yapamadı Oktay Yurtalan.. Onu bizim neslimiz (y falan değil, şimdinin liseli gençlerinin bilme imkanı yok, bu olsa olsa x nesli!) "Selo" tiplemesiyle hatırlıyor. Turkcellin yeni yeni popülerleşmeye başladığı yıllarda Selo karakteri büyük beğeni toplamış, reklamın alt yapısı ve kurgusuyla Turkcell oldukça etkileyici bir başarı yakalamıştı. İlerleyen yıllarda "Selo"yu pek göremedik.

Onu bir Tarkan konserinde yaptığı eylemle tanıdık. bilen bilir, hatırlayan hatırlar, hatırlamayan araştırır bulur elbette. Şimdilerde Hollandalı gurbetçinin adı hak etmediği şekilde gündeme geliyor. Sevenleri üzgün, diğerleri "ne oluyor" demeye başladı. Uzun süredir göremedik kendisini. Yine de aynı camiadaki başka örneklerine rağmen yüz kızartıcı bir eylem olduğunu söylemek mümkün değil. 

Ragga Oktayı tekrar film ve müzikleriyle görmeyi diliyoruz..

İlber Ortaylı, Kemal Karpat, Mustafa Armağan: Üç Tarihçi Tipi

   Türkiyede tarihçilik, diğer sosyal bilimlerin aksine, oldukça köklü bir geleneğe sahip. Bunda Osmanlı vakanüvis geleneğinin önemini elbette vurgulamak gerek. Sosyoloji,antropoloji, etnoloji gibi dalların aksine tarih disiplini direkt olarak Batıdan alınmış bir disiplin şeklinde algılanmamalı. Elbette birtakım tekniklerin uyarlanması vakıa olsa da, Türk tarihçiliği kendini inşa edebilmiştir.
   Genel olarak üç tip tarihçi profilinden bahsedebiliriz: medyatik, akademi, popüler tarihçilik. Tabi ki hiçbir şey siyah-beyaz şeklinde değil, gri tonlar bolca mevcut.
   "Tarihi sevdiren adam" olarak bilinen İlber Ortaylı, medyanın sevilen yüzlerinden. Şimdiye kadar onlarca tv programına konuk olan Ortaylı, "İmparatorluğun en uzun yüzyılı", "Osmanlı Barışı", "Eski Dünya Seyahatnamesi", "Üç Kıtada Osmanlılar" ve "Defterimden Portreler" gibi kitaplarıyla tanınıyor. Üslubu,samimiyeti, tarzıyla kitap okurların yanında tv seyircisinin de gönlüne taht kuran Ortaylı aynı zamanda akademik planda uluslararası üne sahip.
   Kemal Karpat, dikkatli okuyucuların, meraklı araştırmacıların dışında pek tanınan bir isim değil. Elbette bunda uzun yıllar yurtdışında çalışmasının da etkisi var. Türkiyede "Kimlik Siyaseti", "Osmanlıdan günümüze siyaset hayatı" gibi konularda otorite olarak kabul ediliyor. Şehir Üniversitesi'nde ders veren Karpat, tv seyircisi için yabancı sayılabilir. Popüler konularda pek yazısı bulunmuyor.
   Özellikle genç okurların dikkatle takip ettiği bir isim Mustafa Armağan. Edebiyat mezunu olmasına rağmen bir çok konuda etkileyici üslubu ve farklı çıkışlarıyla tanınıyor. Son zamanlarda 2.Abdülhamit konusundaki olumlu algının oluşmasında büyük payı var. Neo-Osmanlıcı ithamlarına maruz kalsa da Armağan, Türkiyenin Yakın Tarihi çevresinde dönen "resmi ideoloji" tartışmalarında önemli bir yer işgal ediyor. Kitaplarından bazıları: Osmanlı: İnsanlığın Son Adası, Abdülhamitin Kurtlarla Dansı, Büyük Osmanlı Projesi, Kızıl Pençe, Yakın Tarihin Kara Delikleri.





Yemek mücadelesi :))

:))


İsmet Berkan ve Popüler Bilim

Bilim, sadece onun jargonuna sahip olan, belli bir disipline bağlı insanlara has bir uğraş mı yoksa eğitimlisiyle cahiliyle tüm insanların ilgilenmesi gereken evrensel bir konu mu? Bu soruya çeşitli cevaplar vermek mümkün. Bununla beraber, bilimin popülerleşmesi (popülarize olması değil) konusunda hatırı sayılır bir çalışma var.

TÜBİTAK çocuk serisi ve Bilim Çocuk dergisinin bir neslin dünyaya bakış açısını ve olayları algılayış biçimini nasıl değiştirip dönüştürdüğünü bilen bilir. Belki de bu uğraşlar sayesinde şimdi meyve toplama safhasına geçen insanlar çoğunluktadır. Her halükarda bir şeyler bilmek, hiç değilse bilme ihtiyacını hissetmek aslında büyük öneme sahip. Elbette belli bir disipline göre bilimi öğrenmeyen insandan kuantum açıklamaları yapmasını, gezegenlerin enerji çekimlerini anlatmasını beklemezsiniz. Yine de hiç değilse bilimsel faaliyetlere bir şekilde bulaşmak,ulaşmak, oldukça önemli bir nokta

Tam da burada İsmet Berkana bir borcumuz var. Yıllarca bilimin popülerleşmesi ve insanların onun nimetlerinden bir şekilde yararlanması için uğraşan bir dostumuz var. Yine de ne idüğü belirsiz ve henüz aydınlanmamış sebeplerden ötürü bile isteye yanlış anlaşılmasını kabullenmek mümkün değil. Kısıtlı köşesinden haftalarca bise CERN deneylerini detaylıca anlatan,anlatabilen Berkana yakışmıyor. yakıştırmalar çok çirkin.

Türk Dizileri neden başarısız?

   Son yıllarda Türk dizi sektörü büyük gelişmeler kaydetti. Gümüş, Ihlamurlar Altında, Binbir Gece, Muhteşem Yüzyıl gibi yapımlar Balkanlarda, Ortadoğu ve Kuzey Afrikada büyük popülerlik kazandı. Birçok yabancı yapım şirketi bu dizilerin gösterim hakkını elde edebilmek için sırada bekliyor. Hal böyleyken neden böyle bir başlık attığımı düşünebilirsiniz. Evet, mesela Muhteşem Yüzyıl bilhassa hem yurtiçinde hem yurtdışında büyük başarılar elde etti. Milyon dolarlık paralar kazandırdı yapım şirketin. Aynı şeyi Leyla ile Mecnun, Ezel, Yaprak Dökümü, Sıla, Karadayı için de söyleyebiliriz elbette. Doğrudur, izlenme oranları oldukça yüksek.
   Şunu sormak gerek, bir dizinin izlenme oranı yüksekse ona "kesinlikle başarılı" diyebilir miyiz? Bir dizi filmin başarılı olması için öncelikle orjinal bir fikre; senaryosu ve yapımı ile baştan aşağı yaratıcı fikirlerle güçlendirilmiş organizasyon yeteneklerine sahip olması gerekir. Belki Leyla ile Mecnun, Seksenler, Sakarya Fırat ve Şefkat Tepe gibi dizileri bir parça bunun dışında tutabilirsek de genel olarak Türk dizileri orjinal bir temele dayanmıyor. Unutmadan Kurtlar Vadisine çok farklı bir yer açmayı unutmayalım ve meseleye devam edelim. Şöyle ki, çoğu Amerikan ve Avrupa uyarlaması; üstelik bire bir! Doktorlar dizisi elbette ilk aklımıza gelen. Buna Umutsuz Ev Kadınları, Merhamet, İntikamı katabiliriz. Hal böyle olunca bilinçli dizi izleyicisi aradığını bulamıyor.
   Peki bu başarı nereden geliyor? Tabi ki alternatif yokluğu. Açıktır ki Leyla ile Mecnun dizisi iyi bir alternatif olduğu için en popüler olmamasına rağmen belki de en sevilen kategorisinde en üst sıraları işgal eder. Zira orjinaldir, yerlidir, senaryosu tam anlamıyla "bize dair"dir. İyi bir alternatif olmak elbette kolay değil fakat meyvelerini toplamak da ayrı bir kazanç. Muhteşem Yüzyıl, bize ait bir dünyayı yabancı bir paradigma ile sunduğundan hep bir parça uzak kalacak ve bugünkü rating oranlarına rağmen yıllar sonra unutulup gidecek. Tüm bunlara karşın ek ve basit bir başarı örneği vererek yazıyı bitiriyorum: bizimkiler..



Hideki Tojo kimdir?



2.Dünya Harbi sırasında Japon başbakanı

1884 Iwate doğumlu.

Japon İmparatorluk Kuvvetleri generali ve 40. Japonya Başbakanıdır.

1945'te Japon kuvvetleri teslim olduğunda ABDli general Douglas MacArthur Tojo için tutuklama emri verdi.
Tojonun evi gazetecilerle kuşatıldı. Bir süre sonra evinden bir ateş sesi geldi. Tojo intihar teşebbüsünde bulunmuş fakat ölmemiştir.

Savaş sonrası kurulan uluslararası mahkemede A tipi suçlu bulundu.
Japon etki sahasında hayatını kaybeden yaklaşık 8 milyon insanın ölümünden sorumlu bulundu.

23 Aralık 1948'de idam edildi.