18. asırda Fransız Akademisi adına Mousnier, Avrupa’yı “ilerleyen,değişen ve bu değişimi de bilinç ve bilgideki ilerlemeyle sağlayan” bir camia olarak ilan eder.
Gerçekten, Rönesansla başlayan ve Aydınlanma’da zirve yapan süreç, Avrupa’nın medeniyet planında sınırlarını çizdiği, tahkim ettiği üstelik Avrupalılık bilincini teşkil ettiği bir zaman dilimine işaret eder.
Bu süre zarfında Avrupa, siyasi ve iktisadi planda, Avrupa-dışı aktörler karşısında bütüncül bir üstünlük sağlamış, bu tartışmasız hakimiyetten olsa gerek, tamamen mantık dışı olmamakla birlikte kültürel bir üstünlük iddiasına kapılmıştır. Bu üstünlük teorisi, tüm bilim dallarında, özellikle de sosyal bilimlerde bir yeniden inşa faaliyetini de ihtiva ediyordu.
Comte’dan Levi Strauss’a antropololoji ve sosyoloji gibi ilimler, Avrupalı’nın üstünlüğünü “kanıtlıyordu”. Bizatihi sosyoloji, Avrupa toplumlarının geçirdiği evrelerin ve kültürel kodların etraflıca bir mütalaasıyla oluşturulan değerler sisteminin
Batı-dışı toplumlar için tatbik edilmesinin önünü açmıştır. Peki bu üstünlük iddiası, günümüzde gerçeklikle uyuşmakta mıdır? Avrupa, bırakın “bilinç ihraç etmeyi”, nevi şahsına münhasır bir bilince sahip midir,tartışılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder